Medeniyetler doğalarının gereği diğer medeniyetlerle yarışırlar. Samuel Huntington her ne kadar “Medeniyetler Çatışması ve Yeni Dünya Düzeni“ adlı kitabında çatışma merkezli bir bakış sergilese de tarihi süreçte durum aksi istikamette cereyan etmişti.
Çatışma merkezli rekabet, Sanayi devrimi sonrasında Batı tarafından İslam medeniyetine karşı başlatılmıştır. Elde ettiği üstünlükle, en zayıf zamanında yakaladığı İslam medeniyetini tümden ortadan kaldırmak ve öldürücü darbeyi vurmak için harekete geçti. Geçmişte Batı, İslam medeniyetiyle savaşsa da buradaki mücadelede üstünlükten kaynaklanan bir çatışma değildir. Merkezde olan ve üstün olan medeniyet İslam medeniyetidir. Üstünlük Batı’nın değil Doğu’nun elindedir. Batı köşeye sıkışmışlığın vermiş olduğu hırçınlıkla saldırganlaşmıştır.
Rekabette öne geçen ve merkeze oturan medeniyet elde ettiği yeri korumak için bünyesindeki belli özellikleri devreye sokar. Diğer medeniyetleri gönüllü olarak veya acze düşürerek kendi üstünlüğünü kabule zorlar. Merkeze oturanın dışında kalanların önünde iki seçenek vardır: “Ya merkezdekinin kendisine biçtiği role razı olacak, karşı medeniyetin dilinden anlar hale gelecektir ya da merkezdeki medeniyetle savaşı göze alacaktır.”
Sanayi devriminden sonra siyasî, askerî, ilmî, mimarî vs. alanlarda gerileyen Doğu, Batı’nın Orta Çağ’da yaptığı gibi üstün olan medeniyete saldırı metodunu seçmedi. Onun kendisine biçtiği role razı oldu. Cetvellerle çizdiği sınırlarda medeniyetinin sosyolojik parçalanışına dahi rıza gösterdi. Bu rıza bile Batı’nın geçmişteki kinini dindirmeye yetmedi. Orta Çağ’da Batı en azından İslam medeniyetinin karşısına kendi içindeki bölünmüşlüğe rağmen Haçlı seferleriyle bir bütün olarak çıkma başarısını göstermişti. Bu sayede de medeniyetine mensup olanların aidiyet duygusunu diri tutmayı ve pekiştirmeyi başarmıştı. Üstünlük Batıya geçtikten sonra onun karşısına geçme güç ve kudretini her ne kadar yalnızca Türkler, İslam adına kendilerinde bulma cesareti gösterdilerse de yanlarında temsil ettikleri medeniyetten kimseyi bulamadılar; bu mücadeleyi özde İslam adına başlatsalar da nihayetinde millilikle noktaladılar.
Geçmişinde güçsüzken ortak tavırla ayakta kalmanın ve mensubiyetin diri tutulması yolunu keşfeden Batı, aynı durumun Doğu adına ve lehine tekerrür etmemesi için karşı coğrafyayı kendi içinde sıcak çatışma alanlarına dönüştürdü. Kendi medeniyeti içinde ayrılıklar birlikteliğe dönüştürülürken karşı medeniyette farklılıklar desteklenerek parçalanmalar teşvik edildi. Kendisine biçilen role rıza göstermeyeni barbarlıkla suçladı. Söylenilenleri anlamayan yaftasının arkasına sığınarak onu medenileştirme adına hamlelere girişti. Süryani Hz. İsa bile teninin ve gözünün renginden arındırıldıktan sonra Batı’nın kabulüne mazhar oldu! Karşı coğrafyada bunları yaparken coğrafyasını yangın yerine döndürdüğü coğrafyadan kaçışları, kucağında çocuğu olan sığınmacı babaya matmazeli çelme takarak öteki olduğunu hatırlattı! Oysa o babanın doğup büyüdüğü coğrafyada yangınlar çıkarırken ayrılıklar körüklenmişti. Neredeyse kabileleri milletleştirecek kanlı süreçlerle ulusal devletlere adeta Endüljans vaat etmişti. Yangından kaçarlarken onlara öteki muamelesi yapmak suretiyle nereye ait olduklarını çok pahalı öğrenme olan tecrübeyle Doğu’nun kendi evinin hırsızı evlatlarına öğretiyordu.
Çatışma merkezli rekabet, Sanayi devrimi sonrasında Batı tarafından İslam medeniyetine karşı başlatılmıştır. Elde ettiği üstünlükle, en zayıf zamanında yakaladığı İslam medeniyetini tümden ortadan kaldırmak ve öldürücü darbeyi vurmak için harekete geçti. Geçmişte Batı, İslam medeniyetiyle savaşsa da buradaki mücadelede üstünlükten kaynaklanan bir çatışma değildir. Merkezde olan ve üstün olan medeniyet İslam medeniyetidir. Üstünlük Batı’nın değil Doğu’nun elindedir. Batı köşeye sıkışmışlığın vermiş olduğu hırçınlıkla saldırganlaşmıştır.
Rekabette öne geçen ve merkeze oturan medeniyet elde ettiği yeri korumak için bünyesindeki belli özellikleri devreye sokar. Diğer medeniyetleri gönüllü olarak veya acze düşürerek kendi üstünlüğünü kabule zorlar. Merkeze oturanın dışında kalanların önünde iki seçenek vardır: “Ya merkezdekinin kendisine biçtiği role razı olacak, karşı medeniyetin dilinden anlar hale gelecektir ya da merkezdeki medeniyetle savaşı göze alacaktır.”
Sanayi devriminden sonra siyasî, askerî, ilmî, mimarî vs. alanlarda gerileyen Doğu, Batı’nın Orta Çağ’da yaptığı gibi üstün olan medeniyete saldırı metodunu seçmedi. Onun kendisine biçtiği role razı oldu. Cetvellerle çizdiği sınırlarda medeniyetinin sosyolojik parçalanışına dahi rıza gösterdi. Bu rıza bile Batı’nın geçmişteki kinini dindirmeye yetmedi. Orta Çağ’da Batı en azından İslam medeniyetinin karşısına kendi içindeki bölünmüşlüğe rağmen Haçlı seferleriyle bir bütün olarak çıkma başarısını göstermişti. Bu sayede de medeniyetine mensup olanların aidiyet duygusunu diri tutmayı ve pekiştirmeyi başarmıştı. Üstünlük Batıya geçtikten sonra onun karşısına geçme güç ve kudretini her ne kadar yalnızca Türkler, İslam adına kendilerinde bulma cesareti gösterdilerse de yanlarında temsil ettikleri medeniyetten kimseyi bulamadılar; bu mücadeleyi özde İslam adına başlatsalar da nihayetinde millilikle noktaladılar.
Geçmişinde güçsüzken ortak tavırla ayakta kalmanın ve mensubiyetin diri tutulması yolunu keşfeden Batı, aynı durumun Doğu adına ve lehine tekerrür etmemesi için karşı coğrafyayı kendi içinde sıcak çatışma alanlarına dönüştürdü. Kendi medeniyeti içinde ayrılıklar birlikteliğe dönüştürülürken karşı medeniyette farklılıklar desteklenerek parçalanmalar teşvik edildi. Kendisine biçilen role rıza göstermeyeni barbarlıkla suçladı. Söylenilenleri anlamayan yaftasının arkasına sığınarak onu medenileştirme adına hamlelere girişti. Süryani Hz. İsa bile teninin ve gözünün renginden arındırıldıktan sonra Batı’nın kabulüne mazhar oldu! Karşı coğrafyada bunları yaparken coğrafyasını yangın yerine döndürdüğü coğrafyadan kaçışları, kucağında çocuğu olan sığınmacı babaya matmazeli çelme takarak öteki olduğunu hatırlattı! Oysa o babanın doğup büyüdüğü coğrafyada yangınlar çıkarırken ayrılıklar körüklenmişti. Neredeyse kabileleri milletleştirecek kanlı süreçlerle ulusal devletlere adeta Endüljans vaat etmişti. Yangından kaçarlarken onlara öteki muamelesi yapmak suretiyle nereye ait olduklarını çok pahalı öğrenme olan tecrübeyle Doğu’nun kendi evinin hırsızı evlatlarına öğretiyordu.
Son Güncelleme: 05.12.2016 13:08
Erzurum İMAM HATİP lisesi 2006 girişli öğrecisiyim bir çoğumuzun milliyetçi ve aidiyetçi olduğumuzu belirterek medeniyetimize bağlılığımızı her fırsatta dile getiriyoruz fakat değerli hocam gibi bağlı bulunduğumuzu ve aid olduğumuz dile getirdiğimiz din, milliyet, kültür, ve medeniyetimize aid gerek gerekse görsel ve yazılı tarihi eserlerden bilgi sahibi olmayışımış ve