1593-1634 yıllarında Sultanahmet’te doğup-yaşayan Bekri Mustafa’nın adını, herhalde duymuş olmalısınız...
Onun, kendini genç yaşında “içki”ye verdiğini, “gece-gündüz içtiği” için Bekri namıyla ün yaptığını ve 41 yaşında öldüğünü belki bilmezsiniz ama, Bekri Mustafa’nın “imam” olma hikâyesini herhalde bilirsiniz.
Efendim, hikâye şöyle:
Bekri Mustafa, yoksul bir mahallede “Küçük Ayasofya Camii”nin önünden geçmektedir... O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur.
Cemaatin, beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı “hoca” zannederek namazı kıldırmasını söylerler.
“Yok, ben hoca değilim” dese de, dinlemezler ve zorla öne geçirirler.
Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar.
Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder.
Bekri Mustafa gülerek cevaplar:
“Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun. Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu dersin. Onlar durumu anlar...” dedim.
***
Yazımıza Bekri Mustafa ile başladık; çünkü Erzurum'da son zamanlarda böylesi tipler oldukça çoğalmaya başladı... Kamuda, özelde, her yerde...
Adam üniversitede hoca olmuş, ama adam olamamış maalesef...
Adam kamuda yönetici olmuş, idarecilikten bihaber...
Adam bir odaya veyahut derneğe başkan olmuş, ardından haberi yok...
Adam öğretmen olmuş, eğitimci olmuş, cühelanın önde gideni...
Adam gazeteci olmuş, işi gücü şantaj, derdi devası yalan, dolan ve iftira...
Sayalım mı daha?
Gerek yok...
Vahim olan şu ki; bu tiplerin sayısı Erzurum'da her geçen gün artıyor ve arttıkça da şehrin karnı ağırıyor, mideler bulanıyor...
***
Hata kimde?
Hata "düzgün" olan herkeste...
İşini layıkıyla yapan, liyakat sahibi olan herkeste...
Susuyorlar çünkü...
Kenarda duruyorlar...
Yanlışa, haksızlığa, hileye, desiseye ve envai türden düzenbazlığa "dur" demiyorlar...
Susuyorlar...
Susuyorlar...
Susuyorlar...
Onun, kendini genç yaşında “içki”ye verdiğini, “gece-gündüz içtiği” için Bekri namıyla ün yaptığını ve 41 yaşında öldüğünü belki bilmezsiniz ama, Bekri Mustafa’nın “imam” olma hikâyesini herhalde bilirsiniz.
Efendim, hikâye şöyle:
Bekri Mustafa, yoksul bir mahallede “Küçük Ayasofya Camii”nin önünden geçmektedir... O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur.
Cemaatin, beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı “hoca” zannederek namazı kıldırmasını söylerler.
“Yok, ben hoca değilim” dese de, dinlemezler ve zorla öne geçirirler.
Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar.
Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder.
Bekri Mustafa gülerek cevaplar:
“Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun. Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu dersin. Onlar durumu anlar...” dedim.
***
Yazımıza Bekri Mustafa ile başladık; çünkü Erzurum'da son zamanlarda böylesi tipler oldukça çoğalmaya başladı... Kamuda, özelde, her yerde...
Adam üniversitede hoca olmuş, ama adam olamamış maalesef...
Adam kamuda yönetici olmuş, idarecilikten bihaber...
Adam bir odaya veyahut derneğe başkan olmuş, ardından haberi yok...
Adam öğretmen olmuş, eğitimci olmuş, cühelanın önde gideni...
Adam gazeteci olmuş, işi gücü şantaj, derdi devası yalan, dolan ve iftira...
Sayalım mı daha?
Gerek yok...
Vahim olan şu ki; bu tiplerin sayısı Erzurum'da her geçen gün artıyor ve arttıkça da şehrin karnı ağırıyor, mideler bulanıyor...
***
Hata kimde?
Hata "düzgün" olan herkeste...
İşini layıkıyla yapan, liyakat sahibi olan herkeste...
Susuyorlar çünkü...
Kenarda duruyorlar...
Yanlışa, haksızlığa, hileye, desiseye ve envai türden düzenbazlığa "dur" demiyorlar...
Susuyorlar...
Susuyorlar...
Susuyorlar...